FUTBOL ENDÜSTRİSİ VE STADYUMLAR

Günümüz futbol kulüplerinin en önemli sermaye unsuru durumundadır ve bu ‘işlenmeye hazır’ madenden mümkün olabildiğince faydalanacak bir işletme düzeni kurmak, kulüplerin önemli stratejilerinden biri haline gelmiştir. Taraftara yüklenen misyon sadece maç günleri stadyumlara gelmesiyle sınırlı değildir. Kulübün lisanslı ürünlerini almak, kulübe maddi açıdan getiri sağlamak ve kulübün marka değerini oluşturmasına katkıda bulunmak da taraftarların ‘asli’ görevleri şeklinde tanımlanır olmuştur. 


George Ritzer Amerika’daki beyzbol statlarını şu şekilde betimlemektedir: “Yeni stadyumlar yalnızca oyun alanları, statlar ve bayiliklerden çok daha fazlasını içeriyor. Yeni stadyumlarda bulunan şeyler arasında, hemen yanında sıcak banyolar olan özel havuzlar, sanal gerçeklik oyunları, kuaförler, ve mini alışveriş merkezleri var. Bilgisayarlar, takım taraftarlarının kumaş kaplı koltuklarda videoda maç izlemelerine ve sosisli sandviç ısmarlamalarına olanak sağlıyor. Atlanta Braves’ın yeni stadyumu, Turner Field’ın halkla ilişkiler sorumlusu tarafından, ‘yalnızca bir beyzbol alanı değil, daha çok; bir beyzbol konulu park’ olarak tanımlıyor”. Ritzer’ın yıllar önce yapmış olduğu bu betimleme günümüz futbol stadyumlarının da gelecekteki rotalarını belirlemeleri açısından oldukça yerindedir. Barcelona, Real Madrid, Bayern Münih, Manchester United gibi Avrupa’nın marka değeri en yüksek kulüplerinin stadyumlarının ileri modern teknoloji ile yapılmış olduğu ve içinde eğlence merkezleri, restoranlar, sosyal aktivite alanları olduğu birçok kişi tarafından bilinen bir gerçektir. Ancak, dünyanın en büyük stadyumunun Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’daki 150 bin kişi kapasiteli 1990 yılında kullanıma açılan “Rungrado May Day” (1 Mayıs) stadyumu olduğu çok az insan tarafından bilinmektedir. Bu stadyumun çatısında deniz kabuğu şeklinde 16 adet kemer bulunmakta ve stadyumda futbol dışında da birçok etkinlik yapılmaktadır. Dünyanın ikinci büyük kapasiteli stadyumu, Hindistan’ın Batı Bengal eyaletindeki 120 bin kapasiteli “Salt Lake” stadyumudur.


Salt lake stadyumunun her bölümünde, her bir seyirci için güvenli bir şekilde tahliye olma kapasitesinin olması, özel bir şekilde inşa 83 edildiğini kanıtlamaktadır. Güney Afrika Cumhuriyeti’nin en büyük kenti ve Afrika kültürlerinin kesişme noktası olan Johannesburg’daki “Soccer City” stadyumu da 95 bin kişiyi ağırlayabilecek kapasitededir. Bu stadyumun 15 bin araçlık park yeri, 2500 kişilik basın tribünü, 3000 kişi kapasiteli restoranı ve onlarca farklı sosyal aktivite ve eğlence merkezleri bulunmaktadır. Bu bilgilerden de yola çıkılarak, futbol olgusunun yıllar önce göstermiş olduğu yayılmacı politikalarının başarılı bir şekilde gerçekleştiği, futbolun sadece Avrupa’da değil, dünyanın farklı birçok yerinde oldukça popüler bir spor dalı haline getirildiğini söylemek yerinde olacaktır. Futbolun giderek seçkin bir kitlenin sporu olması yönünde atılan adımlar sonucunda toplumun üst sınıfları, tüketim olanakları ile kendilerini, toplumun diğer kısımlarından ayırmakta ve bunu da gösterişli bir şekilde yapmaktadırlar. Bu bağlamda futbol da gitgide, zengin sınıfların oyundaki etkinliklerini artırdıkları, stadyumların en iyi köşelerinin onlara tahsis edildiği, onların da bu ‘özel localardan’ servetlerini teşhir edip ‘imajlarını parlattıkları’ bir görünüme bürünmüştür.


Özel tribün, loca, şifreli yayın gibi uygulamalar, bir taraftan kulüp kasalarına yüksek miktarlarda paranın girmesine ve büyük gelirler sağlanmasına diğer taraftan da alt ve orta sınıfın tribünlerden uzaklaşmasına neden olmaktadır. Futbolun giderek elitlerin oyununa dönmesi konusunda 1998 Dünya Kupası’nda Fransa milli takımının kaptanı Didier Dechamps’ın, Fransa’nın çeyrek finalde İtalya’yı ve yarı finalde Hırvatistan’ı yenmiş olduğu maçların ardından yapmış olduğu konuşma dikkat çekicidir: “Karşımızda en şık giysilerine bürünüp gelmiş bir insanlardan oluşan bir tribün var ama burası tiyatro değil! Sponsor mu dediniz? Tamam, girişin reklam verenlere açık olmasını anlıyorum, ama bu kadarı da… Sanki bu adamlar rahatsız gibi, hepsi karalar giymiş. Cenazeden falan mı geliyorlar? Bizim seyircimiz buraya gelemiyor, çünkü biletlerin hepsi zaten dağıtılmış veya fazla pahalı. Ben aklında ‘mavi-beyaz-kırmızıdan başka bir şey olmayan köyündeki adamı veya fabrikadaki işçiyi düşünüyorum.

ARŞ.GÖR.DR. KADİR MACİT- DOKTARA TEZİ


Yorum Gönder

0 Yorumlar